Annem beni bir fabrikada, ömür boyu kölelik yapan bir mühendis olayım diye doğurmuştu ama ben düş mühendisi oldum sokakların düş mühendisi yani kaldırım mühendisinin sokak çocuğu. Atom fiziği, çeliklerin mukavemeti, analitik kimya, fizikokimya, matematiğin yükseği derken okul bitti. Yıllarca annemin zoraki kahramanı olarak döküm, boru, kaynak gibi sahalarda bazen 75 metrede bazen 2000 derecenin yanında çalıştım.
Sonra bir gün ceketi ve her şeyi bırakıp kapıdan çıktım mühendislik hayatım bitmişti. Artık bir Düş Mühendisi olmuştum yani Kaldırım Mühendisliğinin felsefik hali ve sonra arabalı sokak çocuğu. Yeni bir malzeme keşfetme yoluna çıkmışken başka bir şey keşfetmiştim. Meğer ben yazar, çizer, gezer olmalıymışım.
Arabalı Sokak çocuğu,
Tesadüfen keşfettiğim sanatımı gazetelerde, dergilerde, tuvalde, tuvalette denedikten sonra kendimi sokağın ortasında bir yığın olarak buldum. Kimya, matematik ve kalem, kağıttan oluşan bir yığın… Ve halkı çiziyordum sokağın ortasında bir kaldırım mühendisi gibi. Ben karikatürlerini çiziyordum onlar gülüyorlardı ve ben acı çekiyordum çünkü her insan ayrı bir dünyaydı ve her insan bir doğum sancısıydı.
Sanatta zordu, gecesi gündüzü yoktu, stresi çoktu. Diğer insanların dinlendiği hafta sonu en yoğun çalıştığım en stresli günlerim olmuştu. Ama olsun sanatın acısı da güzeldi ve çok mutluydum. Ve hiçbir zaman mühendislik eğitimi aldığıma ve mühendis olduğuma pişman olmadım. Mühendis olmasaydım belki yine sanatçı olurdum ama Düş Mühendisi olamazdım, sokak çocuğu da olamazdım.
Sokağın üç kuralı vardır güneş, rüzgar ve yağmur. Aslında dört duvar arasından çıktınız mı sokak kanunları geçerlidir. Ormanda, denizde, sokakta olmanız fark etmez. Acımasızca güneş ışınlarını çarpar suratınıza, gözlerinizi kör eder göremezsiniz, rüzgar uçurur her şeyinizi saçlarınız güneş gözlüğünüz olur öyle rahatsız eder ki… Bazen rüzgar olmasında güneşte yanayım dersiniz.
Sokakta yaşam,
Yağmurda bereket yoktur sokakta çalışan için, yağmur felakettir. Üzerinizi örten yoksa eriyip gidersiniz kaldırım kenarı ızgaralarından, yer altı dünyasına doğru. Öyle bir yalnızlıktır yağmur. Hiçbir mürekkep yağmurda yüzemez, hiçbir göz güneşte göremez ve hiçbir saç kıpırdamadan duramaz rüzgarda… Sokak kanunları acımasızdır. Fakat rüzgar ne kadar hızlı eserse essin asla kaldırımları sökemez, bu yüzden sokağı sevdim ve gerçek sanat sokaktadır.
Ve sokağın çocukları, kızsanız bir türlü sevseniz bir türlü, sanki insan değildirler. Hem ürkek hem cüretkardırlar sizinle dalga geçebilirler ve bir anda korkup kaçarlar. Sanki insan gibidirler ama hiçbir tanıdığa benzemezler tenleri koyudur ve genelde sefaletleri ömür boyudur. Sokak çocukları 3 ve 3’ün katlarında doğdurulmuşlar hayvan gibi ve öyle yaşıyorlar. Suç onların değil elbet üç beş doğurtup rızıklarını yiyenlerin.
Sokak çocukları,
Aslanın minik ceylan yavrusunu parçalaması gibi güçlü güçsüzü ezer buralarda, sadece şanslılar ayakta kalır. Birileri sivri topuklarını kaldırıma batıra batıra geçerler, bakımlı köpekleri de havalıdır ve birileri çöpleri karıştırır çöpten daha pis görünürler, hijyenik bir karton bulma mücadelesinde… Aslında doğa ve vahşiler bile insandan daha merhametlidir… Her hayvanın barınma beslenme ve üreme hakkı ardır fakat insanın gücü parası yoksa beslenemez, barınamaz ve sevemez de…
Sokak Çocuğu;
Ve sokak asla affetmez ve acımaz en iyi olmayanları yok eder. Kalabalıktaki cehalet, kaleminiz sürçsün eliniz kaysın diye bekler ve arkanızdaki zebani gözler tırnaklarını sırtınıza sokarlar.
Sokak kimin?
Sokağın yasal seri katilleri, üzerlerine maviler giymiş kurbanlarını ararlar. İşportacı, takıcı, satıcı ne bulursalar görevlerini yaparlar. Onlara çaktırmadan bakılır, kaçamak ve çekingen. Yokmuş gibi davranırsın. Sanatçı olduğun için onlarda seni görmeyi verir ama yine de korkarsın. Gerçi ben kendime sanatçı demem ama onlar sanatçıyım diye dokunmaz, onlar işini yapar sen de işini yaparsın. Sanatın acısı bile tatlıdır.
İnsan nehri akar sokakta hiç durmadan ama bir kaya bile aşındıramazlar, bir kaldırım bile oynamaz yerinden, bir kaçı hariç hiçbir iz bırakamazlar…
İnsan nehri binlerce, milyonlarca ama sadece üç beş tanesi mürekkep lekesi olur karikatüristin beyaz kağıdında. Onlar sizde iz bırakır siz de dünyaya bir iz bırakırsınız…
Kalabalık sokak,
Ve sokak hiçbir zaman boş olmaz ama boş zaman çok olur. Zaten bir insanın doğması 5 dakikadır kalem ve kağıt birleşince. Kalan zamanda insanları izler ve düşlemece yaparsın öğle uykusu tadında şekerleme gibi. Anlamazlar ama sokakta nöbetçi karikatüristlik yapmak, ağır sanayi işçiliğinden sonra en zor iştir.
O kadar yorulursun ki beyninin içinde düşüncelerin bile kıpırdamaz ama zorlarsın boş vakitlerde çünkü üretmek senin işindir. Bir insan daha doğurduktan sonra kalan vakit senindir. Düşünmek, düşlemek bedava…
Apartmanların çevrelediği vadinin kurumuş nehir yatağıdır sokak, buralarda sadece gök göktür masmavi, bulutlu kapkara bile olsa ferahtır bir tek onu kapatamazlar. Ve bir de düşünmemi engelleyemez sessizce düşünmemi…
Gözleri karşı dükkanın duvarına dikerim insanlar geçer koşturmaca içinde (Binlerce Ayakkabı) onlar düşünemez ben düşünürüm. Duvarın çatlağına bakar atomunu harcını betonunu düşünürüm. Kimin malası vurdu ona neye bozuldu da çatladı, yerdeki pisliği kim temizleyecek, rüzgarın ayakları altına aldığı karikatürlerime kimler basacak? Sokağın delilerine acır ve tiksinirsiniz.
İşsizlerin fabrikası sokak,
Boş vakit çoktur kafanızın içinde boş düşüncelerde bitmez ama ilham anları birkaç saniye sürer beklide daha az. Bir anda bir melodi çınlar kulağında, birkaç kelime dizilir mısralara, karikatür mü o zaten işinizdir. İlhami ilahi anlarıdır bu mesai aralarında.
Sokakta dört yanınız apartman, altınız asfalt, arkanız metro, önünüz cam, çelik ve plastik olsa da ormanda, denizde hatta gökyüzünde olduğundan daha çok özgürlük vardır. Sosyal güvenceniz, sabit maaşınız yoktur ama pazartesi öğlen kalkabilmek yataktan, sendrom falan da yaşamamak harikadır. Ve sanattan iyi para kazanabilmek dünyanın en güzel duygusudur.
Sokağın her köşesi senindir bir kaldırım köşesinde güzel yazılar yaz, yasal bekçilere görünmeden karikatür çiz, bir bankta kara kalem, istersen bir ağaç tepesinde telden bisikletler yap çocuklara, işte sokak sigortası olmayan bir devlet kapısıdır yazana, çizene, üretene…
Kimi destekler sokakta sanatı, kimisinin tek derdi yemektir tavuk kanadı… Sanat sokakları, sokak değildir aslında orada lahmacun bile entelektüel bir tat verir gece olmaz hep aydınlık. Kabadayısı bile omzunu kaldırır sanat karşısında, Çingene konuşmaz, deliler bile tükürmez yere…
Sanatçını dostu,
Sokakta sanat olmalı baliciler değil, fahişeler değil, kaptı kaçtılar değil sanat…Sokak sanatçının sığınabileceği ilk ve son limandır ve orada ilham üfledi mi yelkeninize, insanlar sevdi mi sizi en büyük gazete, en büyük şöhret yerin dibine. Ve acı çekerim, koskoca İstanbul’da bir Moulin Rouge bir San Marco gibi sanat sokakları olmadığı için.
Sokağın köpekleri ve köpek pislikleri kadar değeri olmayan insanlar 3-5-15 tane yapılıp sokağa altmış insanlar, onlar sokak çocukları. Acır mısın kızar mısın, cahil cesareti ve korkaklığı onlardadır. Bali çekerler, onu bunu içerler, sigaraları ellerinde, hep süründüklerinden düşmeden kalkmadan yaşarlar. Daha 8 9 yaşındadırlar ama sokağın esas sahipleri onlardır, geceleri herkes sokağı terk eder yalnız onlar sahip çıkar banklarına, kaldırımlarına, lağımlarına…
Ve emekliler sever sokakları, boş boş volta atarken yanınıza gelirler. Biraz sanatsal lakırdı ve kocaman, uçsuz bucaksız bir hayatı dinlersiniz, bitmek bilmez…
Her çeşit insan,
Boşnağı, çerkezi, abazası, lazı, sazı, cazı ressamı, yazarıyla sokak insan selinin aşındırdığı bir vadidir sanki ama kaldırımlar her zaman Arnavut’tur. Gece nehir kurur ve taştan betondan bir çöle dönüşür, birkaç kaktüs gibi ayyaşları görürsünüz yalnızca. İşte onlar hayatın buzdan dikenleridir bir çıban gibi iğrenç, korkutucu ama zararsızdırlar. Onlar duman altı insanlardır, kendi dumanlarında boğulup giderler.
Kaldırım, çöp ve deliler sokağın değişmez parçalarıdır ve her türden insan. Akıllı, okumuşlar fark edilmez geçip giderler kendi dünyalarında… Mafyası, hapçısı çölde bir çınar ağacı gibi sıra dışı, heybetli ve küstahça dolaşırlar… Ve sinekler en kötü, en düzenbaz, en geveze, yalancı, kahpe insandan daha büyük bir acı ve sıkıntı verirler. Yaz akşamlarını, yağlı bedeniniz üzerinde sondaj yaparak cehenneme çevirirler.
Gece gündüz,
Güneş dünyanın arkasına saklandığında güneşten saklananlar çıkar sokaklara. Onlar; keşler, deliler ve cücelerdir. Ürkütücü bir görüntüleri vardır, paramparça elbiseleri, kendi kendilerine konuşurlar, bakışları hep baygın, pislik içindeki kıyafetleriyle her gün aynı zamanda aynı yere gelip delirirler.
Ağızlarından akan salyalar temizler üzerlerindeki lekeyi, kiri, pası. Korkunç yüzleri, pervasız tavırları, tiksindirici hallerine rağmen kimseye bir zararları olmaz, kendi kendilerine delirip yaşar giderler sokakta. Onlar buna alışır, insanlar onlara alışır.
Ama yine de onlardan uzak durmakta fayda vardır çünkü bulundukları yerin 10 metre yakınına kimse yaklaşmaz, müşterileriniz kaçar gider. Deliler biraz daha delirmek ayyaşlar ise hep para ister.
Sokakta aşk,
Sokakta soluduğunuz hava hayat demektir ama onun içindeki şeytan, yani rüzgar asla eksik olmaz. Bazen serinletici olsa da çoğu zaman kağıtlarınızı, kaleminizi, dükkanınızı uçurur sizi iki dakika rahat bırakmaz. Sinir krizleri geçirtir hoyrat esen poyraz, karayel hele lodos varsa dükkan hiç açılmasa daha iyidir.
Fakat rüzgar ne kadar hızlı eserse essin asla saçlarınızı koparamaz bu yüzden severim sokağı. Akşam oldu mu birkaç güldürülmüş insan, birkaç karikatürize insan başı, birkaç kuruş, birkaç kitap satıldı mı, genel müdür olsa öyle bir mesai bitiremez.
Rüzgar ne kadar hızlı eserse essin asla saçlarınızı koparamaz bu yüzden sevmeli sokağı.
Semih BULGUR