En garip olan şey durup dururken göz kırpmam. Bazen tek gözüm bazen ikisi birden selektör gibi açılıp kapanıyor. İşte tehlikeli olan tikim bu! Aslın var olmamızda garip olmayan ne var ki, ölümden başka!
Geçenlerde bir alış veriş merkezindeydim. Elimde olmadan, otomatiğe bağlamış şekilde gözlerimi kırparken, karşıma gelip çok güzel bir kadın oturuverdi. Kadın hiç ilgimi çekmemiş, ben sadece ekmek arası Amerikan köftemi yemeye çalışıyordum.
En garip olan şey,
Ama köfteden sonra tatlı niyetine sağlam bir Osmanlı dayağı yemek zorunda kaldım. Kadının direk gibi kocası ve fıçı gibi abisi ona göz kırptığımı zannedip beni evire çevire dövdüler.
Derdimi anlattığımda kafam gözüm morarmış bir şekilde, güvenlik görevlilerinin kollarında buldum kendimi. Arkadan son tekmeyi de onlar vurdu. Hesabı ödememiş bir ayyaş gibi AVM’nin kapısının önüne attılar beni.
İşte Benim Kitaplarım:)
Sanatla buluşma,
Evet, sanatla tanıştıktan sonra daha da delirdim. Allah ruhundan biraz fazla üflemiş bizlere, nasıl şaşırmaz nasıl delirmezsin ve nasıl şükür etmezsin.
Yaşanan sıkıntılara, belalara, haksızlıklara rağmen öyle büyük nimetlere sahibiz ki, şükrümüzü yazmaya kalksak Dünya’daki bütün ağaçlar kalem olsa, bütün denizler mürekkep olsa yine de bitiremeyiz.
Garip şeyler
Öykülerimi yazarken onları yaşıyorum avcumun içindeymiş gibi. Nereye istersem oraya gidiyorum, ne istersem onu yiyorum, bir karıncayla el sıkışıyorum, çok güzel bir kadınla ıssız bir adada sıkışıyorum, bir elma çizip onu yiyorum, üşüyünce bir kalorifer peteği ve ilhami ilahiyi duyuyorum. Bunlar şaşılacak şeyler doğrusu.
Bu sanatsal üretim süreci, sanki bir şizofreni nöbeti gibi oluyor. En garip olan, bana bazen cenneti yaşatıyor bazen de cehennemi.
Şizofreni krizleri,
Arabada yalnız giderken sesler duyuyorum, melodik sesler oysa konuşan sadece 1500 cc dizel bir motor. Kesik başlar görüyorum metroda, mahallede yürürken pencereden sallanan çıplak insanlar görüyorum. Bizim dağ evinin çatısında keskin nişancılar, inekleri hedef alıyorlar. Telefonlarım dinleniyor, evim izleniyor.
Eminönü meydanında bir simitçinin elinden susamlı Nobel ödülümü alıyorum. Meydan alkışlıyor, vapurlar bağırıyor, arabalar sıkışıyor. Onlarca mankenle Büyük Ada’da mahsur kalıyoruz, son vapur son seferine çıkmış, evler yok atlar bile yok. Kızlar beni kovalıyorlar ben kaçıyorum…
En güzeli de kendime göre hayatın anlamını yakalamak. Yoktan var olduğumuz, cennetten kovulup Dünya’ya atıldığımız, büyüyüp adam olduğumuz, bu hayatın anlamı nedir?
Son günlerde işi gücü bırakıp, milyonlarca yıldır insanlığın, filozofların, düşünürlerin, bana göre cevabını bulamadıkları bir sorunun peşine düştüm: “Hayatın anlamı nedir?” … Devam Edecek…:)
{Kitabım “Son Cariye”den Alıntılar (3)}