Yolda yürürken hiç bir suçu olmayan bir taşa tekme atsanız veya naylon bir su şişesini denize fırlatsanız emin olun ete kemiğe bürünürler de dönüp sizden ummadığınız bir intikam alırlar! Uğruna savaşlar yaptığımız, hatta taptığımız altın ve pis paslı dediğimiz, demir arasındaki fark birkaç proton ve birkaç elektrondur. Hatta modern bir simyacı, demire birkaç proton ve elektron ekleyip altın elde edebilir. Ama maddenin ruhu yani doğa düzenine karışıldığında öfkelenir ve radyasyon saçar, yani elde ettiğiniz altın radyo aktiftir, atamazsınız, satamazsınız.
Modern simyacı,
Aslında dünyanın maddesel yanı son derece basit, yalın ve sıkıcı bir temele dayanır. Özünde her şey aynıdır. Bir merkez ve etrafında dönenler. Bilinen maddenin en küçük parçası olan atomdan Güneş Sistemi’ne ve tüm evrene kadar her şey aynı ve şaşmaz bir ölçüde akıp gitmektedir. Yani bir atom ile evren arasında fark boyutsal büyüklüktür. Evrene genişletilmiş ve sürekli genişleyen bir atom diyebiliriz.
Her şey bu kadar yalın ve sıradan olmasına rağmen, 2000’li yıllarlı uçan arabalarla, ışınlanan uzay gemileriyle gösteren bilim kurgu filmleri gerçek olmadı. Belki de insan, maddenin ruhuna henüz dokunamadı.
Işıktan daha hızlı olmak,
İnsanlar duvarları geçebilir mi, ya ışınlanma ve zamanda yolculuk? Evet, bunların hepsi gerçekleşebilir, hayal edebiliyorsak yapabiliriz de. Çünkü hayallerimizi evrende gördüğümüz şeylerle yaratıyoruz. Dünyada olmayan bir şeyi çizebilir misiniz, hiç duymadığınız bir sesi çıkarabilir misiniz, hiç dokunmadığınız bir şeyi tutabilir misiniz? Bunları ancak ileri ilim sahipleri yapabilir. Bizim yapmamız gereken maddenin ruhunu anlamak…
Son dönemde teorik fizikçiler yani hayatın bilimsel felsefesini yazanlar, bütün bilineni sarsan bir haber verdiler. Atom aslında proton ve nötron parçacıklarından değil kuarklar ve enerji ipliklerinden meydana gelirmiş, bunların yanında X parçacıkları ve karşı maddeler…
Madde ve enerji,
Yani aslında madde yok, hepimiz ve her şey enerji ipliklerinden oluşuyormuşuz. Bu enerjiler belli frekans ve çekim alanında dizildiğinde kaya, kil, toprak, hava oluyor.
Ve bu enerji dalgalarına algılarımızla şekil veriyoruz. Suya su, taşa taş diyen biziz, aslında onlar biz neye inanıyorsak o oluyorlar. Peki, algımızı değiştirip, geliştirirsek onlar da değişir mi? Sigarayı bırakmak gibi bir şey bu. Peki algılarımızı ayarlayıp duvarlardan da geçebilir miyiz? Belki ama zor gelir insanoğluna maddenin ve kapitalizmin kaymağını yemeyi bırakıp ta, böyle şeylere kafa yormak.
Eğer ruhta maddesel olmayan bir enerji şekli ise, maddelerinde bir ruhu vardır. Sabit bir ruh. Daima kurgulandığı senaryoya uyan ve asla yorulmayan, asla sıkılmayan, asla isyan etmeyen, insanoğlu müdahale etmedikçe öfkelenmeyen bir ruh. Öyle bir ruh ki, sanatçının eli değdiğinde sıkıcılığından sıyrılır, anlam bulur, işte o zaman konuşur, insan olur, aşk olur, öfke, merhamet olur…
Maddenin canı,
Ete süte çiçeğe böceğe kuantum diyen güncel saçmalıkları bir tarafa atarsak maddenin ruhu kuantumda gizlidir ve kuantum atomsal boyuttaki fiziktir.
Maddenin ruhu bir plastik gibi anlayışlı, yumuşak, bir kompozit gibi karışık, bir seramik gibi sert ama kırılgan, bir çelik gibi güçlü, keskin, sivri ama paslı olabilir. Yani onlarında bir canı var. Bilgisayarının, televizyonun, masa sandalye, bardak kaşık, bilumum hırdavat çelik çomak, cam, çerçeve hepsinin bir ruhu var.
Maddenin Ruhu;
Canları var ama kıçımızın altına sandalye olmaktan, cebimize bozuk para, saçımıza toka, oltamızın ucuna zoka olmaktan başka bir dostluk beklemeyin onlardan. Şu hormonlarımız olmasa, ne kadar sıkıcı bir evrende yaşıyoruz değil mi?
Maddeyi boş verin dostlar, bize aşk gerek aşk! Bize huzur gerek. Düşünmüyorsun öyleyse yoksun. Düşünmeye ve sorgulamaya devam. Varsın deli desinler, varsın deviriversinler. Aklını işletip okuyanlar yaratanın mucizeleri bulurlar ve yol alırlar sonsuz ülkeye, tebessümlü bir huzur ile.
Semih BULGUR